/Dokun bana!
Dokun ki
arınasın
Zira ben
Onun ellerine
dokunarak geldim sana…/
Hisset, arın ve
temizlen. Benimle başla, benimle bitir. Zira sen de ilk benimle tanışacak ve
sonunda benimle veda edeceksin…
Ben ki bir
katreyim. Önce O vardı. Ehad’di, tekti… Sonra beni yarattı ve her şeyin sırrını
bana öğretti.
Yer, yer değil
iken, ben su idim. Toprak yoktu, güneş yoktu, ay yoktu. Daha yıldızlar bile
yoktu. Samanyolu yoktu, aydınlık yoktu, yalnızca ben vardım; altta ve üstte...
Alt ve üst diye
bir şey yoktu amma, ben öyle söyleyeyim...
Allah, bütün
boşluğu ve eserlerini kendi varlığı ile doldurdu. Kendi kendine vardır demek;
kendi kendine var olmuştur demek değildir. Birbirinden husule gelen varlıklar,
yokluk demektir. ‘Var’ bile yoktu. Bu yokların sonsuzluğunu kavrayan, bir tek O
vardı.
Allah’ın
yarattıklarının başında gelirim ben. Cenabı Hak beni aziz kıldı ve sevdi.
Allah’ın Celâl
ve Cemâl sıfatlarının aksettiği ayna benim...
Onun için bütün
esmalar benden geçer. Allah beni serbest bıraktı. Benim kadar temiz, benim
kadar mülayim, benim kadar uysal, o kadar da kudretli bir şey yoktur. Bana
verilen emir değişmez. Çünkü her şey benden halk olundu…
Kuşkusuz, göklerin ve yerin o muhteşem
yaratılışında, gece ile gündüzün mükemmel bir ahenkle birbirini takip
etmesinde, Allah’ın belirlediği yasalar çerçevesinde insanlara faydalı olan
şeylerle yüklü olarak göllerde, nehirlerde, denizlerde, aheste aheste akıp
giden gemilerde, Allah’ın gökten indirdiği yağmurlarla ölü durumdaki toprağa
kendisiyle hayat vererek dirilttiği ve yeryüzündeki bütün mahlûkatı renk, çeşit
çeşit yine kendisiyle yaratıp farklı yerlere yaymasında, gökle yer arasında
görevlendirilmiş emre amade bekleyen rüzgârların ve bulutların, belli
güzergâhlarda düzenli olarak hareket etmesinde, aklını kullanan bir zümre için
Allah’ın sonsuz ilim ve kudretini, tek rab ve ilâh olduğunu gözler önüne seren
nice ibretler, işaretler, mucizeler ve ilahi mesajlar vardır.
O söyledi!
Kâinat titredi. Anlamadın mı? O’nun söylediğini anlamadıysan benim sana
anlatacağım bir şey yok. Ama ben, bana öğretileni anlatayım da dinle…
Allah’ın arşı;
gayb âlemindedir ve orası O’nun azamet tahtıdır. Gökler ve yerler yaratılmazdan
evvel Allah’ın ilminin, kudretinin, hükümranlığının, saltanatının,
hâkimiyetinin, iktidarının ve kürsüsünün altında sadece nurundan üfleyerek
yarattığı bir su vardı. Sonra suya üfledi ve ondan bir rüzgâr yarattı ve
üzerindeki arşı ile birlikte suyu onun sırtına bindirdi. İşte o su benim!
O, ilk önce bir
nur yarattı.
Bir nur…
Işık mı, rahmet
mi bilmem ben. Nur maşuk, nuru yaratan âşık… Yaratan maşuk, nur onu yaratana
âşık… Nurun sahibi o. Ve o nur; övülmüş, seçilmiş, Rahmanî bir ışık, Ahmedî bir
nur, adı Muhammed… Muhammed yaratanına; ‘Ya Habibi!’ diye sesleniyor, yaratan
Muhammed’e; ‘Söyle Habibim!’ diyor. Soru da cevap da ikisinin arasında. Ne
konuşuldu, ne istedi isteyen, veren ne verdi? Yalnızca ikisi biliyor ve her şey
ondan sonra yaratılıyor…
Allah, o nurdan
suyu, sudan rüzgârı yarattı sonra. Sadece O vardı. Yoktan var eden O idi.
Ardından yine o nurdan kendisine ibadet etsinler diye ismet ve emanet
sıfatlarına muttasıf melekleri yarattı.
Başlangıçta o
nurdan sonra ben vardım. Sadece ben… Asırlar sonra gelecek İmran kızı Meryem
gibi, saf, temiz ve yalnız... Gök, ay, güneş, hava, ateş, toprak ve ağaçlar
yoktu, sadece ben vardım. Ebedi başlangıç bendim, ab-ı hayattım, hayatın
başlangıcıydım.
Ve o
başlangıçtan sonra benden başka da hiçbir şey olmayacak. Çünkü ben ana
rahmiyim, doğurganım, zamanım, ânım. Benden önce zaman da yoktu mekân da.
Benden sonra da olmayacak… Benden sonra derken; zaman ve mekân kendileriyle
birlikte beni bitirecek bir gün… İşte o gün ben de biteceğim her şeyden sonra,
yeni bir dirilişe, ebedi hayata…
Ezelde Allah
vardı ve Onunla birlikte başka hiçbir şey yoktu. O, kâinatı da benden daha
sonra yarattı. Ki benden; ışıksız gökcisimleri, galaksiler, güneşler, aylar,
göktaşları ve bulutlar meydana getirdi. Daha sonra arzı var etti.
O Allah ki,
gökleri ve yeri altı günde yarattı. Bütün kâinat yaratılmazdan önce O’nun arşı,
benim üzerimde idi. Allah, bütün canlı varlıklara benimle hayat verdi. Böylece
Allah, hanginizin daha güzel ve yararlı davranışlar göstereceği konusunda sizi
imtihan etmek için evreni, hayatı ve ölümü yarattı. Çünkü O, hiçbir şeyi
anlamsız ve boş yaratmaz. Nurdan tecessüm ettiğim katremden toprağı, havayı,
ateşi, melekleri ve semekleri yarattı. Alak, et ve kemik daha sonra... Bu
melekler içinde, yaratılış hamurunda benim olmadığım, dumansız ve harareti çok
şiddetli bir ateşten yaratılmış İblis de vardı.
Binlerce, on
binlerce yıl böylece geçti. Sadece meleklerle…
O, yaratıp şekil
vermişti. O, her şeyi belli bir ölçüyle yaratıp, ona yolunu göstermişti.
Yeşillikler bitirmişti, sonra da onları siyah çerçöpe çevirmişti. Siz O’nu
yaratılış esnasında yorgun mu düştü sandınız? Bir şeyi dilediği zaman O’nun işi
sadece, ona ‘Ol!’ demektir, o da hemen oluverir. Şüphesiz; başlangıç da, son da
O’na aittir. O diriltir, O öldürür ve şüphesiz dönüş yalnız Onadır.
Şimdi bu kitabı
okuyacak olan ve dinleyecek olan ey insanlar! Eğer dirilişten yana bir kuşku
içindeyseniz, gerçek şu ki, O sizi topraktan yarattı, sonra bir damla sudan
yani benden, sonra bir alâktan (embriyo), sonra yaratılış biçimi belli belirsiz
bir çiğnem et parçasından; size kudretini açıkça göstermek için... Dilediğini,
adı konulmuş bir süreye kadar rahimlerde tutar, sonra sizi bebek olarak ortaya
çıkarır, sonra da erginlik çağına erişmeniz için sizi büyütür. Sizden kiminizin
hayatına son verilmekte, kiminiz de bildikten sonra hiçbir şey bilmeme durumuna
gelmesi için ömrün en aşağı ucuna, yaşlılığa geri çevrilmektesiniz. Yeryüzünü
kupkuru ölü gibi görürsünüz, fakat Allah onun üzerine tekrar beni indirdiği
zaman titreşir, kabarır ve her güzel çiftten ürünler bitirir.
Hâl böyleyken ey
insanoğlu! Eğer sen onlara, ‘Bakın, hepiniz öldükten sonra yeniden diriltilip
hesaba çekileceksiniz!’ desen, ilahi adaleti inkâr eden o kâfirler, ‘Bu apaçık
bir büyüdür. Böyle bir iddia, düpedüz adam aldatmaktan, göz boyamaktan
ibarettir,’ diyeceklerdir.
O Allah ki,
rahmetinin bir katresi olan benim önümde, müjdeleyici olarak rüzgârları
gönderdi. Nihayet bu rüzgârlar, yine benim yüklü olduğum o ağır bulutları
yüklenip kaldırınca, onu ölü bir bölgeye sürükledi ve benimle yağmurlar
yağdırdı, peşinden de orada çeşit çeşit ürünler yeşertti. Tıpkı ölüleri de
diriltip çıkaracağı gibi. Ki düşünüp ibret alasınız diye...
Gerek
bitkilerdeki erkek ve dişi unsurlar arasında döllenmeyi sağlamak, gerekse benim
buharlarımı sürükleyerek yağmur yüklü bulutlar oluşturmak üzere, rüzgârları
aşılayıcı olarak gönderdi. Böylece gökten sağanak sağanak yine beni indiriyor
ve bu sayede sizin bana olan ihtiyacınızı karşılıyor. Yoksa siz beni böyle
dağlarda, pınarlarda, bulutlarda, yeraltı ve yerüstünde depolayamazdınız.
Bunun için
Allah, takdir ettiği bir ölçüye göre gökten yağdırdığı yağmurlarla benim;
yeryüzündeki göl, akarsu, yeraltı suları gibi doğal depolarda birikmemi
sağladı. Ve hiç kuşkusuz O, bütün su kaynaklarını kurutarak beni yok etme
gücüne de sahiptir.
Sorsana! İnkâr edenler, göklerle yer
bitişikken, Allah’ın onları ayırdığını ve diri olan her şeyi benden meydana
getirdiğini görmediler mi? Hâlâ inanmayacaklar mı?
İşte o inkâr
edenlere de ki: ‘Siz, şu üzerinde yaşadığınız yerküreyi her biri milyonlarca yıl
süren iki günde yaratan Allah’ı mı inkâr ediyorsunuz? Ve O bütün âlemlerin
yegâne sahibi, efendisi ve Rabbi olduğu hâlde, bir takım putları ve
putlaştırılmış varlıkları, kudret ve egemenliğinde O’na ortak mı koşuyorsunuz?
Bu ne büyük küstahlık böyle!’
O Allah ki,
yeryüzünü yarattıktan sonra üzerine sarsılmaz dağlar yerleştirdi, orayı sayısız
nimet ve bereketlerle donattı ve canlıların gıdalarını meydana getiren temel
maddeleri, isteyen herkesin eşit olarak faydalanacağı şekilde önceki iki günle
birlikte toplam dört günde takdir buyurdu. Yani mükemmel bir sistem hâlinde
ölçüp düzene koydu.
Sonra kudret ve
iradesiyle, henüz gaz bulutu hâlinde olan göğe yöneldi. Göğe ve yere, ‘İkiniz
de isteyerek veya istemeyerek, koyduğum yasalara boyun eğin!’ buyurdu. Onlar
da, lisanı hâl ile ‘Baş üstüne, emrine gönülden boyun eğdik!’ dediler.
Böylece,
gökyüzünü iki günde yedi kat gök şeklinde düzenledi ve her katına, kendi
işlevini öğreterek uyması gereken yasaları ilham etti. Ayrıca, dünyaya en yakın
göğü parlak birer inci demeti gibi ışıldayan kandillerle süsledi ve onu
şeytanlardan korudu. İşte bu harika sistem, sonsuz kudret ve ilim sahibi olan
Allah’ın mükemmel bir ölçü ve denge ile ortaya koyduğu takdiri sayesinde
yürümektedir.
Allah, gökleri
ve yeri anlamsız ve boş yere değil; hak, hukuk ve adalet esaslarına göre, belli
bir hikmet ve amaç doğrultusunda ve şaşmaz kanunlara bağlı mükemmel bir sistem
hâlinde, yani hak ile yaratmıştır. Görmüyor musun; nasıl da geceyi gündüzün
üzerine dolamakta, gündüzü de gecenin üzerine dolamaktadır? Ve her biri belli
bir yörüngede akıp gitmekte olan güneşi ve ayı, insanlığın faydası için kendine
nasıl boyun eğdirmektedir. İyi bilin ki O, sonsuz kudret sahibidir, çok
bağışlayıcıdır.
Ben bir su
damlasıyım. Gökte varım, yerde var, maddede var, manâda yâr… Yağan yağmurda,
yürüyen kara bulutta, dağların beyaz örtüsünde, havada, yerin altında,
yüzeyinde, her yerde… Bir avuç deruhtede, bir okyanus derinliğinde, buzdağının
özünde, gemilerin yüzünde hep ben varım. Meyvelerde lezzet, çiçeklerde ıtır,
insanda hayat kaynağıyım.
Aşkım ben… Nur
benim, nâr benim, yâr benim. Sırrım hava içinde, hava benim içimde. Yakarım
ateş olurum, yanarım hararet olurum… Yağarım rahmet olurum, akarım sığınak
olurum. Canlılar benim içimde yüzer, toprak benim içimde, ben yüzerim kâinatın
içinde… Her sır benim harflerim içinde gizli ve her kayıt benim harflerimde
saklı… Münker Nekir benim, Hamele-i Arş benim. Kiramen Kâtibin bana yazar,
Hafaza melekleri bende saklar olan biteni. Şahit benim, tanık ben,
sorulacaklara cevap verecek olan da benim evvel ve ahirde… Hızır ben, Dıhye
ben, kalem ben, kâğıt ben, yeryüzündeki bütün diller ben, konuşulan bütün
lisanlar ve kelimeler ben. Toprak da benden, hava da benden, ateş de benden…
Ben ki cennetten dünyaya düşen bir su damlasıyım, ilk yaratılan ben, son yok
olacak olan da benim…
Allah beni sevdi
ve bana aziz sıfatını yükledi. Kâinatın tüm sırlarını benim harflerime öğretti.
Ledün İlminin hikmeti bende, geçmiş ve gelecek tüm sırlar benim deruhtemde… ‘İlk
yaratılana, eşyanın isimlerini öğrettik!’ derken, kastedilen benim aslında.
İlkten sonra
milyarlar geçti. Yüzyıllar birbiri ardına aktı benim sinemde. İlim, bilim,
astronomi, fizik, kimya, uzay vs vs… Her şey hakkında fikirler yürütüldü,
araştırmalar yapıldı, keşifler, icatlar bulundu. Oysaki kimse benim farkımda
değildi. Bensiz hayatın dahi düşünülemeyeceği ortadayken, kimse benim
farkındalığımı fark etmedi.
Hâlbuki yaratan,
daha ilk günden uyarmıştı. ‘Hiç düşündünüz mü, bir sabah kalktığınızda suyunuz
çekilivermiş olarak bulursanız?..’
Şimdi
bildiklerinizi unutun. Dünyanın dörtte üçü su, insanın dörtte üçü su, ateşin
dörtte üçü su, havanın dörtte üçü su, toprağın dörtte üçü su… Bu oran genel
kabul görmüş ve yuvarlatılmış bir oran. Unutun bütün oranları, orantıları,
denklemleri. Esas olan benim ve benim sırrım da, kendi içimde gizli. Bütün
madde, eşya, atom, element, kutuplar, DNA, insan bedenindeki sırlar, ne varsa
benim içimde gizli…
Benim hakkımda
asırlardır konuştular, yazdılar ama anlaşılacak bir şey söylemediler,
anlatmadılar...
Bazıları
konuşmadılar, yazmadılar, amma konuşmadan sessizce birçok şeyi ifade ettiler...
Ben, bu konuşmayanların, konuşmadıklarını anlatacağım.
Benim nasıl
yaratıldığım bildirilmemiştir. Yalnız her şeyin benden halk edildiği
bildirilmekte… Bende ifade edilemeyen bir ahenk var. İfadeye kalkarsanız, bu
ahengi bozarsınız... Zira izah edilebilen şey ahenk değildir. Bir testinin
kullanmaya yarayan kısmı onun içinin boşluğudur. Benim rengim vardır görülmez,
kokum vardır burun almaz, tadım vardır dil hissetmez.
Ben bir yerde
uzun müddet durgun kaldım mı pislenir, kokarım. Öyle bir hâle gelirim ki duygu
benden iğrenir, beni istemez. Sonra Cenabı Hak benim bu hâlime acır da beni
buharlaştırır, yağmur olarak denizlere yağdırır; böylece lütfu ve keremiyle
beni, tekrar benimle yıkar, yine tertemiz su hâline kor. İşte ben, ertesi yıl
eteğimi sürüyerek gelirim. Biri bana, ‘Hey su, sen neredeydin?’ diye soracak
olursa derim ki: ‘Hoşluklar, temizlikler denizindeydim.’
Ben burada,
yeryüzünde kirlenmiştim, pistim, gökyüzüne çıktım, yine temizlenip geldim de
yağmur hâlinde toprağa yağdım. Şimdi kirlenmiş insanlara sesleniyorum; ‘Ey
kirliler, ey pislikler içinde yaşayanlar! Haydi, bana gelin, temizlenin. Çünkü
ben Allah’ın huyu ile huylandım. Yani Cenabı Hak; candan, ihlas ile tövbe eden
kulunu, nasıl günah ve pisliklerden temizlerse, ben de öyle maddi pislikleri
temizlerim.
Ey kirli kişi!
Senin pisliğini, çirkinliğini kabul ederim. Seni reddetmem, ben şeytanı bile
melek gibi tertemiz bir hâle sokarım. Ben yeryüzünde kirlenince, tekrar oraya,
bütün temizliklerin asıl kaynağı olan tarafa, göklere giderim. Yeryüzünde
kirlenmiş olan hırkamı soyunurum; onu başımdan çıkarır atarım. Hak, bana yine
temiz bir elbise ihsan eder.
Ben, yeni
bitmiş, yerden başkaldırmış çayır çimene, ekine yağar yahut da yıkanmamış bir
yüzü yıkar, temizler veyahut da elsiz ayaksız gemiyi hamal gibi başımın üstünde
taşır, denizlerde yürütürüm.
Benim içimde yüz
binlerce ilaç gizlidir. Bende Allah’ın sayısız sıfat ve isimleri gizlidir.
Bunun için bütün ilaçlar, O’nun feyzi, bereketi, sıfatları ve isimleriyle benle
sulanır ve o bitkilerden ilaçlar, şifalar elde edilir. Her incinin canı, her
tanenin gönlü, her duanın ve zikrin ruhu, bir eczane gibi ırmaklarda,
denizlerde, yağan damlalarda akar durur.
Anasır-ı Erba’dan
olan toprak, hava ve ateşe ne oldu diye mi sordunuz? Onların mayası da benim.
Haşa Tanrılık iddiasında da hiç değilim... Kâinatın mayası, insanlığın özü, tüm
canlıların ab-ı hayatı ve yaratılanların ilkiyim. Yaratılan olduğunu bilen,
Tanrılık iddiasında bulunur mu hiç? Şahidim sadece ve şehadet ettiklerimi
anlatırım size…
Şimdi
yaratılıştan kıyamete, doğumdan ölüme bir yolculuğa çıkacağız. Belki de sizin
hayatlarınıza dokunacağız, sorgulayacağız birlikte. Ben anlatacağım, siz
dinleyeceksiniz. Siz soracaksınız, ben ayetler ve hadisler ışığında cevaplamaya
çalışacağım. Yoldaşım siz olacaksınız, yoldaşınız ben…
Bu sözlerimde;
benim renksiz rengimi görecek, kokusuz kokumu alacak, tatsız tadımı
yudumlayacak, sessiz sesimi duyacak ve dokunmadan teninizde hissedeceksiniz
beni... Bende kendinizi bulacaksınız…
Çünkü:
‘Biz her şeyi sudan halk ettik!’ diyor yaratan… Unutmayın! Tüm yaratılanların dörtte üçü su… Siz yaratılanı sevin ve sevdiklerinizi koruyun ki, yaratan hatırına, su da sizi korusun!”